
MUTLULUK FİLMİ
Liseyi bitireli henüz iki ay olmuştu. Babasının yokluğunda annesi ve kız kardeşine bakmak için günlük bulduğu işlerde var gücüyle çalışıyor, eve yorgun geliyordu. Yorgundu ama halinden çok memnundu. Her gün ağır şartlarda çalışarak yorulmasına aldırış etmiyordu. Çünkü başkalarına muhtaç etmeden ailesine bakmanın ne kadar önemli olduğunu bilmekle beraber onun için ailesi, Allah’ın birer emanetiydi.
Ogün, evet ne olduysa o gün olmuştu. Hayatının bundan sonraki yaşantısına tamamen etkileyecek olan trafik kazası, hayatını alt üst edecekti. Günün yorgunluğu üzerine sinmiş, ağır adımlarla akşamın karanlığında eve gitmek üzere sokakta yürürken, arkadan hızla gelen bir araç kendisine çarparak uzaklaşmış, yaklaşık elli metre sürüklendikten sonra olduğu yerde yığılıp kalmıştı. Sessiz ve tenha olan bu sokaktan kimsecikler geçmiyordu. Taki kazanın üzerinden yaklaşık yirmi beş, otuz dakika sonra geçen polis aracı, yerde yatan insanı fark edip durmuştu. Önce sarhoş olup sızıp kaldığını zannettiler ama daha sonra gördüler ki üstü başı kanlar içindeydi. Hemen bir ambulans çağırarak hastaneye götürdüler.
İki ay hastanede tedavi olduktan sonra, hafıza kaybı nedeniyle hiçbir şey hatırlayamaması üzerine İstanbul’da bulunan rehabilitasyon merkezine gönderdiler. Yanında kimlik gibi hiçbir belge olmadığından bu gence Yusuf ismini vermişlerdi. Yusuf burada hem tedavi görüyor ve hem de burada bulunan diğer hastalara yardım ediyordu. Boş kaldığında yerleri temizliyor, mutfakta bulaşık yıkıyordu. Rehabilitasyon merkezinde bulunan tüm doktor, hemşire ve görevlilerin beğenisini kazanmış, herkes tarafından sevilmiş ve adeta buranın maskotu olmuştu. Fakat akşam olup yatağına uzandığı her gece kendisine şu soruları soruyordu?
--Ben kimim? Gerçek adım ne? Ailem neredeler? Neden beni arayıp bulmuyorlar?
Bu sorularla doğru dürüst uyuyamadan sabah oluyor, her zaman ki gibi kendi kendine sorduğu soruların cevabını bulamıyordu. Beynini kemiren bu düşüncelerle iki sene geçmişti. Tedavisi için yapılacak başka bir şeyin olmadığı kanaatini getiren doktorlar, artık Yusuf’un burada kalmasının bir anlamı olmayacağını karar verdiler. Rehabilitasyon merkezinin başhekimi olan Doktor Hasan Bey, Yusuf’u odasına çağırtarak;
--Yusuf dedi. Kaza öncesindeki hayatından küçük de olsa hala bir şeyler hatırlayabiliyor musun?
--Hayır efendim. Ne yazık ki hiçbir şey hatırlayamıyorum. Yıllardır beynimi kurcalayıp duruyor. Bir ailem var mı, varsa kimler, nerede yaşıyorlar, hiç ama hiç hatırlamıyorum.
--Bak Yusuf, hafızan konusunda problemin var ama sağlığında, maşallah çok iyisin. Fakat burada kalmanın bir anlamı da yok artık.
--Nasıl yani Doktor Bey? Beni buradan gönderirseniz ben nereye giderim, nerede nasıl yaşarım?
--O konuda endişen olmasın. Gıda üretimi yapan bir fabrika var. Sahibi benim arkadaşım. Bu sabah konuştum, seni işe alacak. Kalacak bir evde ayarlayacak. Tamam dersen birazdan seni götüreceğim fabrikaya.
Yusuf, hastanedeki tüm doktor ve hemşireler ile tek tek vedalaştıktan sonra, başhekim Hasan bey ile birlikte fabrikaya giderek Nurullah bey ile görüşürler.
Babacan birisidir Nurullah Bey. Yusuf ile yakından ilgilenerek fabrikanın yakınında iki odalı küçük bir ev bulmuş ve gerekli eşyaları da almıştı. Yusuf, yeni evine yerleştikten sonra fabrikada depo görevlisi olarak işe başlamıştı. Kısa zaman içerisinde dürüst ve temiz birisi olduğundan Nurullah Bey ona deponun sorumluluğunu vermiş, Yusuf da kendi işi gibi sabahtan akşama kadar çalışıyordu. Pazar günleri, kimseyi tanımadığından evden dışarıya çıkmıyor, sadece ihtiyaçlar için yakınında bulunan dükkânlardan alış veriş yapıyordu.
Aradan üç yıl geçmişti. Yusuf halen fabrikada çalışmaktaydı. Dışarıda ılık ılık esen sabah rüzgârı, doğada bulunan tüm canlılara adeta selamlamakta, sabahın olduğunu haber vermekteydi. Güneşli ve sıcak bir yaz günün sabahında uyanan Yusuf, abdest alarak sabah namazını eda ettikten sonra depoya giderek görevinin başına geçmişti ki, bir kamyonet, sevkiyat için depoya girdikten sonra şoför, depo elemanı ile münakaşa etmekteydi. Yusuf araya girerek münakaşanın sebebinin ne olduğunu anlamak ve ortamı yumuşatmak istedi. Şoför, Yusuf’u görür görmez hemen ona sarılarak;
--Yusuf kardeşim, gözlerime inanamıyorum dedi.
Yusuf, bu olay karşısında şaşırmış, kendisine sarılan şoförü ilk defa gördüğünden bir anlam verememişti. Hafızasını zorlayıp yüzüne dikkatlice baksa da, yinede hatırlayamamıştı şoförü. Olup bitenleri anlamak için fabrikanın kafeterya bölümüne gittiler. Kamyonet şoförü aynı ifadeleri tekrar etmekteydi.
--Yusuf kardeşim, Allah’a çok şükürler olsun ki seni yıllar sonra görebildim. Unuttun, aramaz oldun bizi. Nerelerdesin, neler yapıyorsun?
Yusuf araya girerek;
--Bakın beyefendi, sizi tanımıyorum. Fakat siz beni nereden tanıyorsunuz bilmek istiyorum.
--Nasıl tanımazsın Yusuf? Lisede aynı sınıfta okumuştuk, en iyi arkadaşımdın sen. İsmim Ali. Üstelik beni tanımadığını söylemekle benle dalga mı geçiyorsun anlamış değilim.
--Bakın Ali Bey, sizi gerçekten tanımıyorum. Yaklaşık beş sene önce bir kaza geçirmişim ve o kazadan sonra hafızamı kaybettim. Geçmişteki hayatımdan hiçbir şey hatırlamıyorum. Bu yüzden sizi gerçekten tanıyamadım.
--Buna duyduğuma üzüldüm. Geçmiş olsun. Lütfen bana Ali Bey demekten vazgeç. Biz eski arkadaşız.
--Madem biz eski arkadaşız Ali, o zaman ailemi tanıyorsundur. Benim ailem var mıydı, kimlerdi, tanıyor musun?
--Hayır, aileni tanımıyorum ama babanın sen küçükken öldüğünü, annen ve kız kardeşinle yaşadığını söylerdin bize.
--Peki, nerede yaşıyordum, yani hangi semtte biliyor musun?
--Evet kardeşim. Okuduğumuz liseye yakın olduğundan bahsederdin her zaman.
--İşin yoksa Pazar günü birlikte oraya gider miyiz?
--Bir faydam olacaksa elbette giderim Yusuf.
Heyecandan sabaha kadar uyuyamayan Yusuf, pazar günü arkadaşı Ali evine gelip birlikte kahvaltı yaptıktan sonra, eskiden yaşadığı mahalleye gitmişlerdi. Lisenin önüne geldiklerinde, okuduğu okulunu ve parke taşları ile döşenmiş sokağın sağlı sollu kenarında bulunan evleri, eski yaşantısından küçücük bir şey hatırlama ümidiyle uzun uzun baktı. Ne okulunu, nede yaşadığı mahalleyi hiç ama hiç hatırlayamadı. Fakat mahallede gezinirken birilerinin kendisini tanıyabileceğini ümit ediyordu.
Okulun karşısında bulunan bakkala işaret eden Ali;
--Yusuf, şu bakkala gidelim. Burada okurken sık sık buradan alışveriş yapardık. Sanırım bizi hatırlayacaktır.
--Doğruyu söylemek gerekirse ben ne liseyi, nede mahalleyi ve bu bakkalı hiç hatırlayamadım. Umarım bakkal bizi hatırlar.
--Umarım kardeşim.
Bakkala girdiklerinde bakkal sahibi ile konuşurlar ama dükkânı dört sene önce satın aldığı için kendilerini tanımadığını söyler. Daha sonra mahallede gezinerek araştırma yapmalarına rağmen ailesinden bir iz bulamamıştı. Son olarak mahalle muhtarına gittiler.
Altmış yaşlarında, saçı ve sakalları beyaza bürünmüş muhtar, Yusuf’u karşısında görünce heyecanlandı, gözleri dolu dolu oldu. Yanındaki sandalyeye işaret ederek;
--Yusuf, oğlum! Hele otur şuraya dedi ve konuşmasına devam etti. Nerelerdesin be evladım? Ortadan bir kayboldun, gidiş o gidiş. Annen ve kız kardeşin perişan oldular.
Muhtarın yanındaki sandalyeye oturan Yusuf, bu konuşmalar karşısında çok şaşırmıştı. Muhtarın sözünü keserek;
--Bir saniye amca. Siz beni gerçekten tanıdınız mı? Annem ve kardeşim olduğunu söylediniz. Lütfen daha açık konuşur musunuz?
Yusuf’un bu sözleri karşısında şaşırdığını anlayan Ali konuşmalarına müdahale etti.
--Amca kusura bakmayın. Bende Yusuf’u ilk gördüğümde, beni tanımadığı için sizin gibi şaşırmıştım. Fakat Yusuf, bir trafik kazası geçirmiş ve hafızasını kaybetmiş. Kazadan önceki hayatından hiçbir şey hatırlamıyor.
--Ya demek öyle Yusuf’um. Ama bizler, bunu bilmiyorduk. Annen çok üzüldü. Hasta olup haftalarca yataktan kalkamadı.
--Peki amca, annem ve kız kardeşim nerede oturuyorlar? Adresi bana tarif edebilir misin?
--Maalesef adresini veremem oğlum. Yani, senin kaybolmandan bir sene sonra bu mahallede duramadılar. Taşındılar ama nereye gittiklerini kimseye söylememişler. Senin anlayacağın evladım, bizler nerede olduklarını bilmiyoruz.
Muhtardan anne ve kız kardeşi olduğunu öğrenmişti ama onları bulamayarak elleri boş dönmüştü evine. Yinede ümidini kaybetmeden bir gün kavuşacağı ve göreceğini düşünerek her gün Allah’a dua ediyordu.